9 Ağustos 2012 Perşembe

Bir



Yazının yazıldığı ruh hali için öncelikle tık tık

Geçen yıldan beri kocaman günaydınlarla uyanıyorum.

Pek bir şeyin değişmediğini söyleyemem. Yalnız sabah erken kalkmak sanırım hayatımın geri kalanında bana hayatı zehir edecek. O tartışılmaz bir gerçek fakat artık 05:30’larda uyanmıyorum ve saat 7:00’lere doğru kalktığımda yine de mızmızlanıyorum. Nanköööör dediğinizi duyar gibiyim. Eh insanım neticede..

Odam hala darmadağınık. Topluyorum ve sonra yine dağılıyor, toplamaya güç bulana kadar kendimi psikolojik olarak bunaltıyor, toplayıp rahatlıyor ve iki güne tekrar dağıtıyorum.

Arada spora gittiğim oldu sonra. Çalışma arası bu gibi şeylerin güçlüğünden çokça yakınıyorum. “İnsana zaman kalmıyor efendim, ne yapacağız, bir şeyler bulalım.” diye. Ne bir şey bulduğum var, ne başka bir şey yaptığım. Sürekli şikayet efendim, sürekli şikayet.

Sadece nefes aldığım, başka hiçbir gücümün olmadığı zamanlar oluyor ama suni teneffüs yapan birisi var, kendime geliyorum. Bu ara çokça nefessiz kalıyorum, başımdan kötü şeyler geçiyor, sayesinde fark etmiyorum bazılarını. Bazılarını şakaya vuruyorum. Bazen biliyor musunuz çok çekilmez bile oluyorum. Kendim olsam katlanmam ama o bir gülünce her şey düzeliyor. “O kadar da bir farkımız olsun!” diyor. Sonra gülüyoruz işte yine.

Dedem her şeyi unutuyor, korkuyorum. En çok da ondan korkuyorum. Bazı şeyleri ikinciye yaşamanın verdiği ayrı bir tat var ağzımda, bir türlü geçmeyen. Farklı bir psikoloji sardı, hep eve gitmek onun yanında bulunmak istiyorum. Zamanında yanında çokça bulunamamış, ergenliğime o manyakça zamanıma denk gelmiş ve de pek çok kafasızca davranmış olduğum anneannemden ötürü garip bir şekilde hem de abartı bir şekilde kendimle ilgili yaptığım şeyleri sıfırlara indirgeyip evde dedemin dibinde kelime oyunu izliyorum her gün. Çünkü gün boyu bensiz olması beni değişik hissettiriyor. Çünkü korkuyorum, çünkü beni hep korkutuyor hayatımdaki insanlar. Çünkü dedem de bir anneannem benim için.

Bir gün beni tanımayacak olur diye çok korkuyorum. Aynı şeyi yüzlerce kez anlatıyorum, biraz alıştım artık, “Söylemiştim bunu.” demekten vazgeçtim mesela. Ben alıştım ama alışmaktan öte o düzelsin istiyorum. “Yaşam..”diyor “..bundan sonrasında ne var?” “Bilmiyorum.” diyorum “Hem daha 50 yılın var sen ne düşünüyorsun bunu şimdiden?” Bu diyalog aramızda her gün yeni baştan yaşanıyor. Her gün o 50 yıla aynı tepkiyi veriyor. “Yoruldum ben.” diyor sonra. Susturuyorum..

Her gün böyle geçiyor bir yanım, öte yanımsa bu yanıma öyle bir saygı duyuyor ki hemencecik eve gitmemi benden önce düşünüyor. Canım sıkıldığında bir anda anlıyor, nasıl oluyor bilmiyorum hemen unutturuyor. Dedem gibi oldum iyice, unutuveriyorum zaten. Bu yüzden bana kızıyor ama kızmaya da kıyamıyor hemen affediyor.

Bazen kaç gün geçtiğini dedemle birlikte hatırlamıyoruz. Zira günler hiç geçmediği kadar hızlı geçiyor düşününce.

Geçen yıl askere gönderdiğimiz arkadaşlar iş bile buldular. İşten işe koştu ötekiler.

Yine klimalardan dertliyim, sinüzit-migren belirtileri arasında yol alıyorum. Mesaj atanım arayanım azaldı, benim eşekliğim zira. Sanki hiçbir şeye zamanım yok gibi geliyor. Düzen geldi ama bir düzen gelemedi.
Düzenli adamı da düzensiz ederim ben. Öyle derdi anneannem. Öyle de oldu galiba.

Bir de kardeşimle görüştüm. Bu başka bir yazının konusu olacak kadar derin aslında. Kardeşim var benim lan! Nasıl bir şeymiş bu yaşıma kadar bilmiyor olmaktan utandım. Yahut yeni anladım, zamanla anlıyorum işte..

Boğa burcu olduğum hala su götürmez bir gerçek. Bunun bir de erkeği varmış, iş yerinde çok dert yanıyorlar. Neyse ki bayanıymışım. Gene de çekilir burç değilmiş efenim, yaşayana bir sorun derim.

Ne mükemmeliyetçiliği bitermiş ne homini gırtlak hali. Yemek verince vallahi susuyorum ama.. Tabi bir de kaloriler popoya gitmeseydi diye vicdan yaparak yiyorum. Yememezlik ettiğim yok asla. Süper yiyor vicdan azabı ile kalori kaybı sağlıyorum. Yeni bu,  “Pitis Diyeti” diye kitap çıkarıyorum yakında, şaşırmayın sonra!

Semavii hala okuyorum. Meleklere sardım bir de. “Meleklerle Yaşamak” ve “Meleklerin Gücü”nü bir çırpıda okudum, ara sıra da düşünüyorum üzerinde. Bakma, her zaman saatinde gelen metro azcık geç geliyor yetişiyorum, hiç olmayacak kitaplıktan çektiğim kitabın içinden tüylü ayraç buluyorum, yerlerde tüylere rastlıyorum, diliyorum bazen oluyor bazen de bilmiyorum işte. Ben bu işe de tam kendimi veremediğim için belki de tam anlamıyla olamıyor ama “Bir şeyler var yahu!” dediğim olmuyor değil. En önemlisi gülümsetiyor, sadece farkındalık yaratıyor belki ama gülümsüyor insan işte. Bu devirde gülümsemek zor zanaat doğrusu, ona rağmen.

Ben buraya kadar kendimi anlattım belki ama asıl konu buradan sonra başlıyor. Keşke baştan söyleseydin len! Dediğinizi duyar gibiyim. Çok konuşmayın!

Bir çiçek vardı geçen yıl hani. Böyle adam görmedim, mevsimlik çiçeği hiç soldurmadan büyüttü inanır mısın?

Aslında bahsedeceğim konu 4 gün sonrası ile ilgili fakat daha farklı olmasını isterim ben hep. Günü gününe insanı hiç olmadım. O da olamıyor nasılsa.

Geçen yıl bu günlerde bambaşka bir işte çalışıyordum, bir önceki yazının günü, pazardı üstelik garip bir umutla şu şarkı kafasıyla uyanmış/uyandırılmış çıkmıştım dışarı işyerinin yolunu tutmaya. Değişik bir heyecan vardı içimde bambaşka işte.

Çünkü üç gün önce belki de hayatımızın yönünü değiştirecek kocaman bir an olmuştu. O an orada vedalaştıktan sonra her şey değişmişti. Her şey başkalaşarak değişmişti. –Üzerinde bulunduğum kaldırımın taşı bile değişti sağ olsun belediyem-

Birine bir çiçek vermiştim, o çiçeği kendi canı gibi sahiplenmişti.

O dakika zaten benim için çok önemli, çok çok önemli biri oluvermişti – ki zaten çokça öyleydi-
O gün güzelce kafamı sevmişti, çocuk gibi. Ve hala da kafamı seviyor öyle..

O günden bir hafta sonrasına kadar değişik bir rüyaydı her şey. İnsan bu kadar mutlu oluyor muydu bilmiyorum.

Hani nasıl anlatılır bir çölün ortasından, kuraklığın içinden yemyeşil gövdeli ve de rengarenk bir çiçeğin her şeyi itip çıkıp ısrarla yaşamaya çalışması gibi bir şeydi.

Tünelin sonundaki tren olmayan ve cennete açılan kapının yansıttığı ışıktı.

Bir soluk kadar yakın, yıldızlar kadar uzaktı.

Sonrasını Bülent Ortaçgil anlatıyor ve de Orhan Çetin’in dediği gibi..

Sevgiyi yakaladığınız zaman asla bırakmayın. Yarın asla, çünkü yarın en büyük rakibiniz. En büyük rakibiniz yarındır! Rakibiniz bir erkek/bir kadın ya da başka şey değil, yarındır. Ya da bir saat sonrasıdır. Eğer yakalamışsanız yaşayın olur mu? Sakın bırakmayın. Dünya işleri, dünya hal, ahvaller, işler, boklar, püsürler, ev hali, cart hali böyle bir şey yok. O sevgi size gelmişse gelmiş demektir. Siz sadece yaşayın. Bunu size söylerken, aslında Şehr-i İstanbul'a söylüyorum. Aslında odun kafalı, kaz kafalı, çelik yürekli insanlara söylüyorum. Eğer sevgi gelmişse kapınıza kadar, onu göndermeyin olur mu? Ve ona sonuna kadar bütün onurunuzla ve bütün gururunuzla sahip çıkın olur mu? Yarı yolda bırakmayın ya da utanmayın. Bütün dünya savaştan arta kalan zamanlarını sevgiye ayırmaya çalışıyor. Ama sevgi, arta kalan zaman içinde yaşanacak bir şey değildir. Sevgi savaştan daha büyüktür ve daha önemlidir. Çünkü zaman savaşta olmayabilir. Lütfen bir savaşınız varsa, bu savaşı kendiniz ve zamanla yapın. Asla birbirinizi zedelemeyin ve bağışlayıcı olmak tanrının en güzel özelliğidir. Ve biz ki tanrının yarattığı şeyleriz. Ve kesinlikle o özellik bizde de var. Ve bunu kullanmalıyız, keşfetmeliyiz. Bağışlayıcı olmalıyız. Bağışlamak onurla, gururla ilgili bir şey değil. Bağışlamak; yaşayan bir şeyi tekrar yaşadığı yere göndermek demektir. Anlatabildim mi?


Ve de..
saçıma dokunman, çocukluğumu;
yanağıma dokunman, bugünü;
elime dokunman, yarını;
sarılman, beni hatırlatıyor..’du..

Bir de.. Sevgi kedilerde kıskançlık hissi yaratıyormuş. O yüzden bu kedili halim, ya da ondan bu “seni kendime sakladım” modum. Ne dersek diyelim.

1 oldu artık, Haydi mumu üfleyelim..

Seni çok seviyorum “H”!

Geçen yıl bugün sana sinemaya kaçalım dediğim günden 1 gün, o kaldırımda sana sarılıp çocuk gibi kafamı sevdirmeden 2 gün önceki gün ve 9 gün sonrası ellerini tutmanın nasıl bir şey olduğunu öğrendiğim gün. (aslında düşündüm de tam olarak da değil, değil mi? :) ) ***



Bir de..